Bir fikir platformu olarak hedefimiz ,kutuplaşmanın giderek arttığı,fay hatlarının keskinleştiği,siyasetçilerin sadece şehit cenazelerinde bir araya gelip konuştuğu ülkemizde,Yeni Siyaset Kültürü'nün oluşumuna katkı sağlayarak,Yeni Siyaset İnsanlarına ,Siyasette Bende Varım dedirtmek.

Osmanlı’dan Günümüze Dış Borçlarımız

Bir ülkede dış borçların ekonomik büyümeyi olumlu mu,olumsuz mu etkilediği konusunda genel bir yargıya varmak mümkün değildir.Eğer ekonomik mülahazalarla iç tasarruflardaki eksikliğin telafisi için dış borçlanmaya gidilmiş ve bu yoldan sağlanan dış kaynaklar üretken-verimli,ihracatı arttırıcı yatırımlar için kullanılmışsa,sonuçlarının olumlu olabileceğini ve ülkeye gelecekte borç geri ödeme kapasitesi yaratabileceğini söylemek elbette mümkündür.Bununla birlikte ,bir ülkenin borç stokunun ülkenin gelecekteki borç geri ödeme kapasitesini aşması halinde,borçların gelecekte üretim(Output) üzerinde vergi etkisi yapacağı ve bunun aynı zamanda özel sektörün verimli yatırım yapma,kamunun da yeni düzenlemeler ve değişiklikler gerçekleştirme hevesini kıracağı bilinmektedir.

1854 Kırım Savaşı’ndan başlayarak hemen her yıl ve her vesile ile Osmanlı dış borçlanmaya başvurmuş ve ne acıdır ki sadrazamların padişahlar önündeki başarıları neredeyse dışarıdan borç bulabilmeleri ile ölçülür olmuş,sağlıklı bir gelir ve harcama politikası ve yüksek nitelikli ve karakterli yönetim anlayışı ihmal edilerek ‘devletin borç almadan yaşayamayacağı görüşü sabit fikir haline gelmiştir.Bazen borçların ertelenmesi yoluna gidilmiş,sık sık eski borçların yeni borçlanmalarla karşılanması çözümleri denenmiş,mevcut borçların daha uzun vadeli ya da düşük faizli yeni borçlarla değiştirilmesi gibi mekanizmalar uygulanmıştır.Alınan borçlar hep ağır koşullar altında alınmıştır,alınan borçların daha baştan %33’ü düşük ihraç bedeli,yani emisyon ve komisyon gideri yüzünden peşinen kesilmiştir,ele geçen miktarlar %65-%70 civarında olmuştur.O kadar ki 1854’den 1914’e kadar alınan borç miktarının geri ödenen ana para ve faizlere hemen hemen eşit olduğu görülmektedir.1854 -1914 döneminde yapılan borçlanmaların,toplamda %90’ı aşan kısmı,emisyon ve komisyon gideri,eski borçların ödenmesi,askeri harcamalar, ve bütçe açıklarının kapatılması amaçları ile kullanılmıştır.Yalnız bir nokta önemlidir ; Osmanlı Devleti büyük devlet olmanın şanına yakışır şekilde borçlarına hep sadık kalmıştır,yükümlülüklerinden kaçınmak için hiç bir mazeret göstermemiş,borcunu vadesinde ödememe durumuna tenezzül etmemiştir. Mustafa Kemal Atatürk bütün bunları daha askerken gördüğü ve yaşadığı için,her konuşmasında ülkenin bağımsızlığı bakımından,iktisadi kalkınmanın ve özellikle yabancı ülkelere bağımlı olmamanın önemini vurgulamış,kendi yağı ile kavrulma fikrine sıkı sıkıya bağlı kalmıştır.

Osmanlı Devleti yabancı kaynaklardan borçlanmaya,İstanbul’da 1829’larda kurulup,1929 yılı sonlarına kadar yüz yıl süren ve dünyanın en önemli ve işlem bakımından en ön sıralarda yer almış finans faaliyeti olarak görülen Galata Borsası ve bu borsanın önemli unsurlarından olan Galata Bankerleri’nden sağladığı iç borçlarla başlamıştır.Bir zaman sonra sarraflar devletin mali işlerini de yürütmeye başlamış,bir ölçüde devlet bankası işlevini de üstlenmişlerdi. Para yani borç vermenin dışında demiryolu,inşaat,rıhtım işletmeciliği,tütün rejisi,madencilik gibi alanlarda ticari nitelikli faaliyetlerde bulunmuşlardır.

24 Temmuz 1923 yılında imzalanan ve 6 Ağustos 1924’te yürürlüğe giren Lozan Antlaşması’na gelindiğinde,Osmanlı İmparatorluğu’nun faiz hariç,129.604.910 lira anapara borcu olduğu,buna 30,4 milyon kadar faiz ve 1,6 avanslar eklendiğinde,toplam dış borç miktarının 161,6 milyon lira olduğu görülmüştür. Ancak borcun Osmanlı İmparatorluğu sınırları için de olup da,Lozan Antlaşması ile ayrılan ve bağımsız hale gelen diğer 14 ülke arasında paylaşılarak ödenmesi kararlaştırıldı. Sonunda,Osmanlı borçlarından Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen toplam pay,%65,32 oran üzerinden(85 milyon lirası  anapara,20,6 milyon lira faiz ve avans payı olmak üzere 105.559.623 lira olarak ortaya çıktı) Daha sonra yapılan çeşitli indirimler sonucunda 14 Aralık 1932 tarihli İlke Uzlaşması çerçevesinde imzalanan Paris Sözleşmesi ile 8.578.343 altın lira eşiti 79.778.590 TL tutarında borç belirlenmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğu zaman Osmanlı İmparatorluğu’nun borçlarını da üzerine alıp,ödemiştir. Genç kuşakların Cumhuriyetin hangi koşullarda kurulduğunu,zor şartlarda nasıl ayakta kalma  mücadelesini verdiğini bilmesi ve gelecek kuşaklara aktarması hayati önemdedir.

Faik Tunay