Bir fikir platformu olarak hedefimiz ,kutuplaşmanın giderek arttığı,fay hatlarının keskinleştiği,siyasetçilerin sadece şehit cenazelerinde bir araya gelip konuştuğu ülkemizde,Yeni Siyaset Kültürü'nün oluşumuna katkı sağlayarak,Yeni Siyaset İnsanlarına ,Siyasette Bende Varım dedirtmek.

Avrupa ve İslam

En son söyleyeceğimi en başta söyleterek yazıma başlamak istiyorum. İslamın Batı dünyasına karşı bir tehdit oluşturup oluşturmamasının tamamen Batı’nın tavrına bağlı olduğunu düşünüyorum. Müslüman kökenli göçmenlerin içinde yaşadıkları ülkelere entegre edilmedikleri takdirde,Batı-Doğu arasındaki güç denemesinden kaynaklanan bir ”kutsal savaş” yerine,Avrupa’da büyük kentlerin gettolaşmış banliyölerinde,gerilla savaşı niteliğinde bir ”kutsal savaş”ın böyle giderse çok sık karşımıza çıkacağını düşünüyorum. Bunlardan kaçınmanın tek yolu ”getto islamı” yerine,hoşgörüye dayanan ”Avrupa İslamı”na götürecek bir göçmen politikası uygulamak gerektiğini düşünüyorum. Batı Dünyasına karşı yöneltilen gerçek veya hayal ürünü tehditler sık sık karşımıza farklı renklere bürünerek çıkmaktadır. Sarı(ÇİN) tehlikeye ilişkin korkutucu senaryolar yıllarca Avrupa’nın yanındaki kızıl tehdidin öyküleriyle beraber sunuldu. Kızıl tehdit ortadan kalktıktan sonra yeşil tehlike öne çıkarılarak,Müslüman kitlelerin,İslam’ın yeşil bayrağı altında Batı’ya saldırı hazırlığı içinde oldukları sürekli işleniyor.Aslında Avrupa çoşkusunun 1980’li yılların sonuna doğru birçok yerde zayıflamaya başlaması ile kaybolmaya yüz tutan Avrupa Birliği duygusu bu yolla güçlendirilmeye çalışılıyor.

Gelişen köktencilik,Batı’ya saldırmayı amaçlayan bir kutsal savaşı aslında öngörmez. Kaldı ki böylesi bir savaşı organize edebilecek güçte İslami bir liderlik de mevcut değildir. İslam dünyasında farklı mezhepler arası çelişkiler ve düşmanlık Batı dünyasına duyulan nefretten daha güçlüdür!!. Bu nedenle uluslararası bir İslami uyanıştan şimdilik söz edilemez. Atlas Okyanusu kıyısındaki Kazablanka’dan Çin sınırındaki Alma Ata’ya kadar tüm İslami hareketler,tek tek ülkelerin ulusal çıkarları doğrultusunda oluşturulmuştur. İşte bu nedenle,politik İslam jeopolitik planda,Batı’ya karşı yönlendirilmemiştir. Politik içerikli İslamcı hareketler,iç politikalardaki kısır çekişmelerden,kentlere olan göçlerden,artan yoksulluktan,kimlik krizinden,değerler sistemindeki değişikliklerden,eğitim sistemlerinin geçersizliğinden,fakir ve zengin Müslüman ülkeler arasındaki farklardan kaynaklanan bir toplumsal olgudur. İslam’ın Batı dünyasına karşı bir tehdit oluşturup oluşturmaması tamamen Batı’nın tavrına bağlıdır. 1960’lı yılların sonlarına kadar Avrupa dışına göç,Avrupa’ya göçten fazlaydı. Bugün ise,birçok Avrupa ülkesi nüfusunun %10-%15’i Avrupa dışında bir ülkede doğan insanlardan oluşuyor. Müslüman kökenli göçmenler,içinde yaşadıkları topluma entegre edilmedikleri takdirde kendilerini toplumun dışına itilmiş hissederek,dinin korumacılığına sığınacaklardır. Müslüman göçmenler %50’yi aşan işsizlikle,büyük kentlerin banliyölerinde marjinal sosyal gruplar olarak yaşamaya devam ederlerse ,illegal örgütlere fırsatlar doğacaktır. İşte o zaman Batı-Doğu arasındaki askeri güç denemesinden kaynaklanan bir kutsal savaş yerine Avrupa’daki büyük kentlerin,gettolaşmış gerilla savaşı niteliğinde bir kutsal savaş beklediğimizden daha erken gerçekleşecektir.

Avrupa’daki insanları en rahatsız eden kavramların başında Cihad gelir,esasen Allah yolunda gitmek amacıyla yapılacak her çaba Cihad’dır,bu çabanın savaş yoluyla olması için hiç bir neden yoktur. Cihad başlangıçta İslam peygamberinin kendisine inananlara yaptığı askeri harekat çağrısından başka bir şey değildir. Başlangıçta savaş kendisini kabul ettirmede ve vahiyleri onaylamayan ,kendisini ve Müslümanları küçük gören Mekkelilerin saldırılarına karşı öç almada kullanılmıştı.İslam, iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra,Arap askerleri bölgede ilerlerken,tek tanrıya inanan halklarla karşılaştıklarında politikasını değiştirdi.İslamlaştırmak artık birinci derecede önemli değildi. Yahudiler ve Hıristiyanlar ehli kitap sayıldıkları için onlara, dinlerini ifa etme hakları verilerek, yaşamları da belli yükümlülükler karşılığında güvence altına alındı.İslamın uzak bölgelere yayılmasında barışçıl tavrı,savaştan daha önemli bir rol oynamıştır.Bu yeni dinin Afrika ve Asya’da yayılmasında tüccarların büyük katkısı olmuştur. Bütün bunlarda göstermektedir ki Cihad din adına yapılan bir saldırı savaşı değildir.İslam doktrininde kutsal savaş dört ayrı şekilde gerçekleştirilir. Bunlar kalp,dil,el ve kılıçtır. Kuranı Kerim’de yasal olan savaş savunma savaşıdır.

1990 yılında The Economist dergisindeki uydurma bir söyleşi dikkate değerdir. Biri Hıristiyan, diğeri Müslüman iki lider arasında geçen konuşmaya yer verilir. Bu iki dini lider arasındaki konuşma şöyle geçer: Beni en çok kaygılandıran şey,birçok insanın tarihinin gelecek döneminin,sizin dünyanızla,benim dünyam arasındaki mücadelelerle geçeceğine inanmasıdır. Bir dirsek boyu uzaklıkta yaşadığımız doğrudur. Birçok kez dirseklerimiz geçmişte birbirine değdiğinde,acılı dönemler yaşadık,ama izin verirsen şunu sormak istiyorum: Hz İsa’nın doğumunun üzerinden 2000,Hz Muhammed’in doğumunun üzerinden 1400 yıl geçmesine rağmen,aynı problemi gerçekten bir kez daha yaşamak zorunda mıyız?Hz Muhammed’in yeğeni,damadı Hz Ali ”bilmediğimiz şeyden nefret ederiz demiştir asırlar önce. Bu söz bugün hala hem Batı hem de Müslüman dünya için geçerliliğini korumaktadır.Batı,Doğu’nun düşmanlık senaryolarıyla tuzak teorilerine karşı,kendi senaryolarını geliştirmekten kaçınmalıdır. Bu senaryolara anlayış göstermek yerine ,doğuş nedenlerini öğrenmeye çalışarak,işbirliği ve somut projelerle bu teorilerin birer söylenti olduklarını bütün Dünya’ya göstermelidir.Elbette bugün Müslüman dünyada kendisini terör,kadınlara baskı,insan haklarını çiğneme şeklinde gösteren kör bağnazlık,dogmatizm büyük ölçüde vardır.Ancak,bu problemlerin gerçek nedeni İslam dini değildir.Bağnazlık,mantıksızlık Doğu’da söz konusu olduğu zaman bu kavramlar doğrudan doğruya İslam ile birleştiriliyor.Oysa her yerde bu tür problemler sosyal,ekonomik, ve dünyevi nedenlerden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle amaç,her tülü kötülükten karşı tarafın dinini sorumlu görmek yerine,diyalog ile ile bu tür tehditlerin ortak nedenlerini bulmaya çalışmak olmalıdır.

Faik Tunay