Bir fikir platformu olarak hedefimiz ,kutuplaşmanın giderek arttığı,fay hatlarının keskinleştiği,siyasetçilerin sadece şehit cenazelerinde bir araya gelip konuştuğu ülkemizde,Yeni Siyaset Kültürü'nün oluşumuna katkı sağlayarak,Yeni Siyaset İnsanlarına ,Siyasette Bende Varım dedirtmek.

Ekonomik Gücün Şifreleri:Protestanlık-Calvin-Kapitalizm

Protestanlık kökeni itibariyle bir şeyleri “protest” etmekten gelir, varolan bir şeyi(Katolikliği). Luther  (Protestanlığın kurucusu-yayıcısı), “Kilisenin dini tekele alıp kendi yaptıklarını vahiymiş diye göstermesine karşıdır”. Bu açıklama oldukça “saf” bir Protestanlık tanımıdır. Protestanlığı doğduğu bağlam dışında düşünemeyiz. Yani “milliyetçilik” , “kapitalizm” vb. olgulardan bahsediyorum. Filizlenen kapitalist sistemin “protestanca” bir ahlaka ve  dinin kutsal kitabının “özgürce” herkesin okuyabileceği-yorumlayabileceği bir şekline ihtiyaç vardı.

Sosyolojinin kurucu babalarından biri olan Max Weber  kapitalizmin ortaya çıkışı hakkında bu disiplinin diğer iki geleneksel kurucusunun (Karl Marx ve Emile Durkheim) çalışmalarında ortaya konandan çok farklı bir değerlendirme sunar. Protestan Ahlakı ve Kapitalizmin Ruhu (1904-1905) adlı kitabında ,dini görüş,inanç ve değerlerin özellikle de Protestanlığın modern kapitalizmin ortaya çıkışında oynadığı rolü tahlil eder. Weber’ göre kapitalist toplumun tanımlayıcı özelliği, modern ekonomiyi ve zenginlik ve kar anlayışını yönlendiren iş ahlakı veya kapitalizmin ruhudur. İş ahlakı rasyonellik,hesaplanabilirlik,bireysel öz-düzenleme ve kazanç değerleri üzerine kuruludur. Weber’e göre ürünlerin ve hizmetlerin değerlerinden fazlasına alınıp satılması kapitalizme özgü değildir. İnsanlar tarih boyunca kar elde etmek için birbirleriyle ticaret yapmıştır. Tarihsel olarak kapitalizme özgü olan şey kar arayışının kendi içinde bir hedef haline gelmesidir. Weber kapitalizmin kalbindeki iş ahlakını canlandıran bu idealin bitmez bilmez kar arayışı ve zenginlik uğruna zenginlik nereden geldiğini sorgulamıştır. İşte tam bu noktada Weber bu soruyu yanıtlamak için sosyal dayanışma veya teknolojideki değişikler yerine tüm insan toplumlarındaki en eski özelliklerden biri olan dine bakmamız gerektiğine inanmıştır.! Zzamanda geriye bakarak Protestanlığın Roma Katolik Kilisesinin açığa çıkan yozlaşma ve başarısızlığına bir reaksiyon olarak geliştiği 16.yüzyıl Avrupası’nda gerçekleşen dini gelişmeleri incelemiştir. Yeni ortaya çıkan Protestanlık Tanrı ve kulları arasındaki ilişkiler ve de bunları belirleyen ahlak hakkında çok farklı bir vizyon sunmuştur. Weber özellikle yeni Protestan ahlak sistemine yapılan çağrının önemini tespit etmiştir. Bu Tanrı’nın insanları bu dünyada görmek istediği konumun ne olduğuna ilşkin bir çağrıdır aslında . Yazının belki de en can alıcı noktasına geldik; Roma Katolik Kilisesi insanları olağan işlerin dünyasından (örneğin günlük hayat ve çalışma) elini ayağını çekmeye teşvik ederken, Protestanlık takipçilerinden dünyevi görev ve sorumluluklarını yerine getirmelerini talep etmiştir, işte kapitalizmin aslında doğuşuda budur.Martin Luher Protestan teolojinin gelişiminde vazgeçilmez bir figürdür. Luther seküler hayatın görevlerini yerine getirmenin de Tanrı’ya duyulan hürmeti gösterdiğini ileri süren ilk kişidir. 

Luther’e göre çağrı kavramının özünde hayatını kazanmak ve dini görevin bir ve aynı şey olduğu inancı vardır. Luther’in görüşleri sonraki yirmi yıl gündemde kalmış ve belki de tüm reformcuların en etkilisi olan John Calvin (1509-1564) tarafından önemli açılardan geliştirilmiştir. Bugün kapitalizmi ,ABD’yi ,AB’yi anlamak isteyen temelde Kalvin’i anlamalıdır,işin alfabesinin ilk harfi odur çünkü. Calvin seçme kavramını ortaya atmıştır ,Tanrı insanların hayatlarını nasıl yaşamaya yazgılı olduğunu bildiği için kimlerin ruhunu kurtarmak için seçtiğini ve kimlerin ruhunu lanetleyeceğini de bilir.Fakat protestanlar için problem,hamgi kategoriye-kurtarılanlar mı yoksa lanetlenenler mi- ait olduklarını önceden bilmenin hiçbir yolunun olmamasıdır. Weber’ göre bunu bilmemek kurtulma fikrini doğurmuştur,işte tam bu nokta da Protestanlar bu rahatsızlığı gidermek için kimlerin kurtarılmaya yazgılı olduğunu ortaya koyan belirli ayırt edici işaretler bulunduğuna kendilerini ve birbirlerini ikna etmişlerdir. Bununda en açık yolunun bu dünyada özellikle ekonomik ilişkilerde başarıya ulaşmak olduğunu düşünmüşlerdir. Başarıya ulaşmak için de kendi kendini izleme,kendi kendini kontrol etme, tasarruf,sadelik gibi özelliklerden oluşan Protestan ahlakının şart olduğuna inanmışlardır. Weber işte buna ”kapitalizmin ruhu” adını vermiştir.Ekonomik olarak zenginleşmek, kişinin çağrı kavramına  bağlılığını kendine ve başkalarına göstermesidir. Bireyler ne kadar çok çalışır, tutumlu davranır  ve kendini kontrol ederse onlara sunulacak ekonomik ödüller de o kadar büyük olacaktır ve biriktirdikleri zenginlik,dini saflıklarının ve kurtuluş vaadinin kanıtı olarak anlaşılacaktır. Protestan ahlakının tersi işten uzaklaşmak,aylaklık ve tembellik günahlarını işlemek ve mali olarak zenginleşmeyi başaramamaktır. Protestan dünya görüşü,dünyevi görevlerin insanın Tanrı’ya hürmetini gösterdiği ve görkemini desteklediği anlayışına göre şekillenmiştir. Maddi başarı Tanrı’nın onayı olarak yorumlanır,çaba,tutumluluk,ılımlılık ve diğer doğru yaşam biçimlerinin karşılığında sunulan bir ödüldür. İşin temelinde sana yapılan çağrıyı dikkate alırsan ödüllendirilirsin vardır. Weber’in bu kuramına katılmayanlarda olmuştur ,katılmayanlar kapitalizmin ruhunun Weber’in söylediği tarihten çok daha önce doğduğunu ve ortaçağ toplumunda halihazırda mevcut olduğunu ileri sürmüşlerdir. Weber’in Protestan ahlak kuramı Almanca ilk baskısından yüzyıllar sonra bile çağdaş sosyolog ve tarihçiler arasında hareketli tartışmalara konu olmayı sürdürür.  Kapitalizmin ilk olarak Hollanda,Britanya ve Almanya gibi Avrupa’nın Protestan ülkelerinde ortaya çıkması Weber’in Protestanlık ve kapitalizmin gelişmesi için gerekli girişimci dürtü arasında kurduğu bağlantıyı doğrular.

Calvin, mesleki başarının Tanrı nezdinde seçilmiş kul olmaya yettiğini söyler ve bu bağlamda Cennet’e herkesin değil Tanrı tarafından sevilen ve seçilmiş belirli bir zümrenin gideceğini
ancak insanların  bunu bilemeyeceğinden  dolayı sürekli olarak servetlerini  arttırıp başarılı olmaya yönelmelerinin gerektiğini belirtir. Çok zengin ve başarılı olunursa, Tanrı’nın sevgili kullarından olunabileceği ki zaten her türlü zenginliğe ancak Tanrı’nın inayeti ile sahip olunacağı ve bu bağlamda Tanrı katında sevap işlendiği olgusu yatar. Bu analizden hareketle, Kapitalizm ve sömürgeciliğin kaynağı kesinlikle tek başına hammadde ihtiyacı değildir. Avrupa bunu çok daha tuhaf bir şekilde Hristiyan düşünce sisteminin merkezine, dolayısıyla Tanrı’nın insanlardan ne istediğine ve Tanrı’nın insanlara dünyevi olarak neleri bahşettiğine bağlamıştır. Aslında bunu yaparak bir nevi kendini aklamaya çalışmış ve sömürüsünü meşru ve kimse tarafından sorgulanmayacak bir temele oturtmaya çalışmıştır.Ne var ki Haçlı Seferleri dahi “Tanrı adına,Tanrı için”yapılmış ancak niteliği çok daha farklı olmuştur. Calvin’in Kapitalizmi besleyen temel ve en sağlam etkisi de şüphesiz eski Hristiyan düşüncesini ve bunun içinde bulunan fakirlik ve çile çekmenin Tanrı’nın sevgili kullarını sınamak için yaptığı düşüncesinden, zengin olmanın seçilmiş olmak anlamına geldiği, yeni ve eskiye karşı zıt bir yoruma oturtmasıdır.

Faik Tunay